Ülkemizde yıllardan beri anlatılan bir hikâye var: “Çevre mühendisliği geleceğin mesleği”. Belli ki bu “gelecek” henüz gelmedi.
Soru: Bu geleceğin henüz gelmemiş olduğunu nasıl anlıyoruz?
Cevap: Bu gelecek gelmiş olsaydı çevre mühendisliği eğitimi veren pek çok bölümün doluluk oranları düşmez, bu bölümler kapanma noktasına gelmezdi.
Yorum: O kadar çok çevre mühendisliği bölümü açmasalardı. Bak her yerde bölüm açıldı; mezunlar iş bulmakta zorlanıyor.
Yorum: Ama çevre mühendislerine çok ihtiyaç duyulacağı söyleniyordu. Çevre sorunları artık çok bilinir hale geldi.
Yorum: Üç büyük şehirde bulunan en köklü çevre mühendisliği bölümleri bile daha yüksek bir dilimden almaya başladılar öğrencilerini. Puanlar gittikçe düşüyor. Puan açısından diğer mesleklerle arasını açıyor çevre mühendisliği.
Yorum: Çevre sorunları arttıkça, hissedildikçe, yaşandıkça çevre mühendislerine talep artacağına azalıyor.
Soru: Neden?
Bu soru büyük bir soru.
Durumumuzu analiz edelim.
Bir virüs ortalığı kasıp kavuruyor. Şehirlerde yaşayan insanlar ne birbirlerinden ne de virüsten kaçamıyor; yaşam savaşı veriyor.
Bu tablo içinde en anlamlı mesleklerin sağlık hizmeti veren meslekler olduğu tescillendi. Yaşam savaşı veren insanlara kurtarıcı el onlardan geldi. Doktorlar ve diğer sağlık çalışanları haklı olarak gönüllere kahraman olarak girdi. Çok yoruldular, yoruluyorlar, yetişemiyorlar…
Bu resme biraz daha geriden bakalım.
Doktorlara bu kadar yük yüklemeden önce neler yapılabilirdi?
Soru: Kim doktora gider?
Cevap: Denge durumu (homeostasis) bozulan insan doktora gider.
Soru: İnsanın dengesinin bozulmasında çevresel dengenin bozulmasının önemi yok mudur?
Soru: Çevre kirliliği varsa insanın sağlıklı kalması, doktora gitmemesi mümkün müdür?
Soru: İnsan yaşamının devamını sağlayan gıdanın, havanın, suyun, toprağın kirlenmesi insanın savunma sistemine zarar vermez mi?
Soru: İnsanın bağışıklık sistemi zayıflayıp çökmeden önce önlem almak daha uygun olmaz mı?
Soru: Sağlıklı beslenen, temiz hava soluyan, temiz su içen, tarımsal ürünleri tehdit altında olmayan, doğayla dost olarak yaşayan, beton binalarla içli dışlı olmak yerine doğayla içli dışlı olan, birbirine nefes alma hakkı veren toplumlarda virüs bu kadar hızla yayılabilir miydi?
Soru: Çevresel ortamları iyi tanıyan, çevresel dengenin nasıl sağlanması gerektiğini bilen, sorunları çözmek için yaklaşım geliştirebilen, süreç tasarlayabilenler kimlerdir?
Cevap: Tabii ki çevre mühendisleri…
Soru: O zaman bu meslek neden kan kaybediyor?
Sosyolog Anthony Giddens, toplumların, iklim değişikliğini anlamaktan ve buna karşı önlem almaktan neden kaçındığını “Giddens Paradoksu” dediği bir teoriyle açıklamaya çalışıyor. Giddens Paradoksu’na göre, toplumlar iklim değişikliğine yanıt verme kararını ancak büyük felaketler yaşadıklarında alabiliyorlar. Büyük felaket anına kadar tehlikelerden haberdar olsalar da soruna karşı gözlerini kapatmayı, kulaklarını tıkamayı tercih ediyorlar. Büyük felaketler yaşayan toplumlar önlem almaya karar verdiklerinde iş işten çoktan geçmiş oluyor. Örneğin sera gazları bir kez biriktikten sonra onları geri döndürmek, durumu tersine çevirmek mümkün olmuyor.
Çevre mühendislerinin durumu bana Giddens paradoksunu düşündürüyor. Çevre mühendislerine aslında büyük bir ihtiyaç olduğunu, onların topluma en üst seviyede bilimsel ilkeler doğrultusunda hizmet verebilmesi gerektiğini, bunun için gerek kamusal gerek özel alanlarda uygun ortamların oluşturulması gerektiğini bu toplum elbette biliyor. Çevre mühendislerinin bağımsız denetimler yapabilmesi ve bağımsız kararlar alabilmesi ihtiyacının, insanın sağ kalabilmesiyle doğrudan ilişkili olduğunu bu toplum elbette biliyor. Ama Giddens paradoksuna göre toplum bu gerçeğe şimdilik göz yumuyor. İşte bu yüzden “Çevre Mühendisliği Geleceğin Mesleği” hikâyesi hala hikâye olarak dilden dile anlatılmaya devam ediyor.
Durumu sadece Giddens paradoksuyla açıklamak istemiyorum. Özeleştiri de yapalım; çuvaldızı kendimize de batıralım. Biz çevre mühendislerinin bu duruma hiç mi katkısı yok?
Soru: Biz kendimize inanıyor muyuz?
Soru: Çevre Mühendislerinin değerini yalnızca talep mi belirler?
Soru: Mesleğimizin değerini, bu gerçeğe gözlerini yuman toplumun gözüyle mi belirliyoruz? Yoksa o değeri bilgilerimizle, analizlerimizle, gelecek modellemelerimizle mi tanımlıyoruz?
Yorum: Mevlana güzel söylemiş: kap içindekini sızdırır. Biz bu değere inanmaz isek, içimizden sızdırdığımız şey yalnızca değersizlik hissi olacaktır.
Soru: Biz mesleğimize gereken değeri vermezsek başkalarının vermesi mümkün müdür?
Soru: Yaptığımız işlerde, verdiğimiz kararlarda, yaptığımız yorumlarda, samimi duygularla çevrenin dengeye kavuşması ve çevre mühendislerinin hak ettiği değeri görmesi için yapabileceğimiz hiç mi bir şey yoktur?
Sanırım siz bu soruların cevabını biliyorsunuz.
Prof. Dr. Güray SALİHOĞLU