Sizce bilim insanları “Felaket Tellâlı” pozisyonuna düşmek isterler mi?
Pembe hayaller kurdurup insanların yüreğine su serpmek varken, neden hep karamsar bir gelecekten söz ederler?
Birisi çıkıp “Deprem geliyor!” diye haykırır.
Bir başkası “İklim değişiyor!” der.
Bir başkası gelir, “Kuraklık riski büyüyor,” der. Haritalar yayınlar.
Bir başkası, “Biyolojik çeşitlilik azalıyor, türler tehdit altında,” diye uyarılar yapar.
Bir başkası, “Kaynaklar tükeniyor, gezegenin sınırlarına dayandık,” der.
Bir başkası, “Gıda güvencemiz tehdit altında,” diye uyarır.
Bir başkası, “Kirlenme, insanın olmadığı kutuplara bile ulaştı,” der.
Birisi, “Anne sütünde bile mikroplastik bulundu,” der; veriler sunar.
Döndüm baktım kendime. Ben de bu insanlardan biriyim.
Özel hayatımda umut dağıtmaya çalışan, küçük şeylerle mutlu olmayı prensip edinen, hayatın sunduğu güzelliklerin farkına varmaya çalışan biri olsam da mesleğim bana “Bunları anlatman gerekiyor. Bunlar bilimsel gerçekler!” diyor.
“Neden anlatmalıyım?” diye sorduğumda kendime, cevap kendiliğinden geliyor:
“Halâ yapılacak bir şeyler var. Ama sorunların ciddiyetinin farkında olmazsak yapamayız.”
Bilim insanlarının görevi, hem sorunları anlatmak, hem de çözüm yollarına ışık tutmak… Halâ vakit varken, halâ yapılabilecek bir şeyler varken…
Depresyona girelim, üzülelim diye değil; ciddiye alalım, eyleme geçelim diye anlatıyor bilim insanları. Herkese anlatıyorlar; sadece vatandaşa değil. Politikacılara, yasa koyuculara, yasayı uygulayıcılara, kurumlara, sanayicilere, sivil toplum kuruluşlarına… Herkese, herkese anlatıyorlar.
“Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin, karşındakinin anladığı kadardır,” gerçeğini bilerek anlatıyorlar.
Onların görevi bu!