Dünya’nın ekolojik bütçesini tükettik şimdiden.
Bütün bir yıla yayarak harcamamız gereken bütçeyi bu yıl 28 Temmuz’da tükettik. Yılın kalan kısmını yerel kaynak stoklarımızdan harcayarak ve atmosferde karbondioksit biriktirerek geçireceğiz. Hesap açığımızı böyle kapatacağız yani. Borç içinde, cepten yiyerek…
Her yıl Dünya’nın bize verdiği kaynakları tüketme günümüz biraz daha erkene geliyor. Örneğin 1970’de 29 Aralık’taymış sınır aşım günümüz. Yani verilen ekolojik bütçeyi yıl içine yaymayı başarıyormuşuz o zamanlar. 1990’da 11 Ekim olmuş bu tarih. Sonraki her yıl bu tarihi biraz daha öne çekmişiz. 2020 yılı bir istisna olmuş. Pandemi dolayısıyla olan kapanmalar nedeniyle 2020 yılında 22 Ağustos’a gerilemiş sınır aşma tarihimiz.
Sınır aşma günü elbette sembolik bir tarih. Kutlanmaması gereken, üstünde düşünülmesi gereken bir tarih… Dünya Çevre Günü, Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü, Dünya Günü, Su Günü gibi bir gün. İnsan faaliyetlerinin etkisini ölçme ve düşünme günü.
Dünya hızımıza yetişemiyor…
Ekosistemin bize sunduğu hizmetleri o kadar hızlı tüketiyoruz ki. Gezegenin onları yeniden üretmesine fırsat vermiyoruz. Biz gezegenin yeniden üretme hızından %75 daha fazla bir hızla kaynakları tüketiyoruz.
İdeal bir dünyada sınır aşım gününün her yıl 31 Aralık’ta olması gerekir. Ancak bu şekilde gezegen tüketilen kaynakları sürdürülebilir bir şekilde yenileyebilir.
Ülkeden ülkeye değişiyor sınır aşım günü. Özellikle en gelişmiş ülkeler Dünya’nın kaynaklarını en hızla tüketen ülkeler oluyor. “Herkes ortalama bir Amerikalının hızıyla tüketiyor olsaydı kaynakları, beş adet Dünya gezegenine ihtiyacımız olurdu,” diyor uzmanlar.
Bu yıl en kötü performansı Katar 10 Şubat’la sergilemiş. Onu 14 Şubat’la Lüksemburg izlemiş. Türkiye’nin sınır aşım günü ise 22 Haziran; dünya ortalamasından daha erken bir tarih. Jameika için bu tarih 20 Aralık. “Eğer her yıl bu sınır aşım gününü 6 gün ilerletebilirsek 2050’de 31 Aralık’a gelebiliriz,” diye belirtiliyor.
Karbon Ayak İzinden Farklı…
Karbon ayak izi hesabından biraz daha ayakları yere basan bir yöntemle hesaplanıyor sınır aşım günü. Sadece iklim krizini değil tüm ekolojik krizi bir bütün olarak ele alıyor; özellikle biyoçeşitlilik kaybını. Ancak henüz ülke politikalarını etkilemeye başlamadı bu ölçüm. Sadece birkaç ülke, örneğin Karadağ, sürdürülebilir kalkınma stratejilerini ekolojik ayak izlerine göre belirliyor. Portekiz’deki 20 kent gibi, bazı belediyelerin de bu ölçüm yöntemine girdiği biliniyor.
Nasıl hesaplanıyor?
Sınır aşım günü, 1971’den beri, Küresel Ayakizi Örgütü (GFN) tarafından Birleşmiş Milletler’in raporlarına dayanılarak hesaplanıyor. Kişisel ekolojik ayak izlerimiz (kaynaklara duyulan talep), Dünya’nın kişi başına düşen biyo-kapasitesiyle (biyolojik üretim kapasitesi) karşılaştırılarak bir hesap yapılıyor. Kişisel ekolojik ayak izimizin içinde gıda, ulaşım, barınma vb. için ihtiyaç duyulan yüzey alanı bulunuyor. Dünya’nın biyo-kapasitesi içinde ise ekosistemlerin kendini yenileyebilme kapasitesini görüyoruz.
Ekolojik ayak izi, sürdürülebilir tüketim sorununu ele almak için kullanılan, yenilenebilen kaynakları hesaplayan aracın bir parçası. İnsanlığın doğanın kaynaklarını, bu kaynakların yeniden üretilmesine oranla ne kadar hızlı harcadığını hesaplamak için kullanılıyor. Sürdürülebilir üretimin değişkenleri, ele alınan kaynaklar açısından Dünya’nın yeniden üretme kapasitesine göre ağırlıklı olarak toplanıyor. Ekolojik ayak izi, genellikle biyo-kapasiteyle birlikte ifade ediliyor. Biyo-kapasite ve ekolojik ayak izi arasındaki matematiksel fark, sınır aşma gününe karşılık geliyor.
Doğa kendini onarıyor…
Doğa kendisini belli bir hızda onarabiliyor, kaynaklarını yenileyebiliyor aslında. Ancak insanlar bu kaynakları çok daha hızlı bir şekilde tüketiyorlar. Buradaki temel sorun, insanların belli bir kaynağı “ne kadar kullandığı” olmaktan çıkıyor ve “ne hızla kullandığı” haline geliyor.
Yaşamı destekleyen bu ekosistem hizmetlerinin ölçüsü olarak alan birimleri kullanılıyor. Bunun sebebi, temel ekosistem hizmetlerinin özellikle fotosentezin gerçekleştiği alanlarda ortaya çıkması olarak belirtiliyor.
Ekolojik Ayak İzi
Ekolojik ayak izi şu soruya yanıt veriyor: “Biyosferin kendini yenileme kapasitesinin ne kadarı insan faaliyetleriyle işgal ediliyor?” Ekolojik ayak izinde, yenilenebilen bu kaynakların (ekin, hayvansal ürün, ahşap ve balık) tüketimi ifade ediliyor. Biyolojik üretim alan birimi başına enerji tüketimi ve yapısal alan kullanımı sonucunda gerçekleşen tüketim sorgulanıyor. Bir bireyin tükettiği kaynakların yenilenmesi ve ürettiği atığın absorbe edilmesi için gereken karasal ve sucul biyolojik üretim alanlarının ölçüsünü ifade ediyor ekolojik ayak izi, bir başka deyişle.
Biyokapasite
Bu terimin yanıtladığı soru ise şöyle: “Biyosferin kendini yenileme kapasitesiyle kaç adet yenilenebilen kaynak ortaya çıktı? Farklı ekosistemler ne kadar kaynak üretti?
Bu terim kabaca, biyosferin kendini yenileme kapasitesi olarak da bilinir. Biyo-kapasite, çeşitli ekosistemlerin (tarıma elverişli toprak, otlak, orman, üretken deniz) bir alanda yaptıkları üretimin toplamına karşılık gelir. Biyolojik üretim alanı arttıkça Dünya’nın biyo-kapasitesi de artış gösterir.
Biyo-kapasite sadece doğal koşullara değil aynı zamanda arazi kullanım uygulamalarına (tarım, ağaçlandırma vb.) bağlı olarak da değişir. Ülkelere özgü üretim faktörleri ülkelerin üretkenliği ve teknolojik ilerlemeleriyle bağlantılı olarak belirlenir.
Ne yapmalı?
Gezegenin biyo-kapasitesinin %55’inin insanlığı beslemek için harcandığı belirtiliyor. Ağaçsızlandırma yoluyla tarım alanlarının oluşturulması, sera gazı üreterek küresel ısınmayı artırma, biyoçeşitliliğin kaybı ve ekosistemlerin bozulması, temiz suyun tüketilmesi gibi faaliyetler ekolojik ayak izimizin büyümesine yol açıyor. Gıda atıklarından başlayarak tüm atıkların en düşük düzeye indirilmesi, tüketimin olabildiğince azaltılması yapabileceklerimizin başında geliyor.
Bırakalım doğayı, kendi kendini yenilesin. Müdahale etmeyelim. Doğanın kendini yenileme hızıyla tüketme hızımızı yarıştırmayalım.
Kaybeden biz oluyoruz.