2021’in son günlerinde Avrupa Komisyonu bir öneri taslağı yayınladı, doğal gazı ve nükleer enerjiyi iklim dostu olarak sınıflandırmak için. Doğal gazı başka bir gün tartışırız. Ben nükleer enerjiye takıldım.
Kendimi şöyle söylerken yakaladım: “ Hem Yeşil Mutabakat, hem döngüsel ekonomi, hem de nükleer enerji. Oldu mu şimdi?”
Avrupa Komisyonu öneriyi AB üyesi ülkelere gönderdi. Bu tartışmalı planın AB bloğu içinde enerji yatırımları konusunda oluşmakta olan ayrılıkları iyice büyüteceği belirtiliyor. Bu öneriyi destekleyenler nükleer enerjinin sıfır karbon emisyonu yaydığını iddia ediyorlar. Öneriye karşı çıkanlar ise nükleer enerjinin çevresel sürdürülebilirlik açısından kabul edilemez olduğunu, mevcut çabaları sulandıracağını belirtiyorlar.
Taslak planda, en güncel teknolojik standartlara uyum sağlayan ve atık bertarafı için katı planları olan nükleer tesislere yeşil etiket verilebileceği söyleniyor. Eğer üye ülkelerin çoğunluğu bu öneriyi kabul ederse önerinin 2023’ten itibaren yürürlüğe gireceği belirtiliyor.
Avrupa Komisyonu, planın kömür gibi zararlı kaynaklardan çıkışı ve düşük karbonlu daha yeşil bir enerjiye geçişi hızlandıracağını iddia ediyor.
Plana karşı çıkanların başında Almanya var. Komisyonu “yeşille aklama” yapmakla suçluyor. “Sürdürülebilir değil, yanlış bir uygulama bu” diyor. Komisyonun bu önerisini “Çevresel yıkımla sonuçlanacak uygulamaları kapatmak için iklim dostu gibi gözüken politikalara başvurmak” olarak ifade ediyor Almanya. Bu teknolojiyi çok riskli, çok yavaş ve çok pahalı bulduğunu ilave ediyor.
Ben tüm bu gelişmeleri okurken küçük dilimi yerinde tutmakta zorlanıyorum. “Nükleer atıklar ne olacak” diyorum içimden. Aklıma nükleerin türlü türlü olumsuz yönleri geliyor. “Nasıl olur,” diyorum. “Nasıl oluyor da siyahlar beyaz gibi görülmeye başlanıyor istenince? Nasıl da bulanıklaştırılıyor gerçekler? Nasıl da örtülüyor karanlıklar? Nasıl da akla uygun hale getiriliyor yanlışlar? Finans dünyası nükleeri riskli görmeyecek mi? Bilinen en riskli teknolojilerden biri olan nükleeri?”
Üye Ülkelerin Duruşu
Almanya 2011’deki Japon Fukushima nükleer tesisi felaketinden sonra nükleer enerjiye karşı olduğunu belirtmişti. Hatta son altı nükleer tesisini de 31 Aralık itibarıyla kapattı. Almanya’nın yanında Lüksemburg, Portekiz, Danimarka ve Avusturya da nükleer enerjinin iklim dostu enerji kaynağı olarak sınıflandırılmasına karşı duruyor.
Fransa ise nükleer santrallerin adeta sözcülüğünü yapıyor. Çünkü enerjisinin çoğunu nükleerden elde ediyor. Fransa’nın yanında Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti de nükleer tesislerin “yeşil” olarak sınıflandırılmasını istiyor. Hatta nükleer atık geçici depolama tesislerinin de “yeşil” olarak sınıflandırılması gerektiğini savunuyor bu ülkeler.
Görünen o ki Avrupa Komisyonu bir AB Taksonomisi üstünde çalışıyor. Bu taksonomide çevresel yönden sürdürülebilir gördüğü ekonomik faaliyetleri listeleyecek. Fransa’nın başını çektiği bir grup ülke modern nükleer enerji tesislerinin bu listeye eklenmesi için yollar araştırıyor. Seragazı emisyonu yayan fosil yakıt tesisleri yerine nükleer enerji tesislerini öneriyorlar (!).
Bir taraftan iklim nötral bir gezegen olmaktan ve gezegenin sınırlarına saygı duyan bir ekonomik sistem kurmaktan bahseden Avrupa, nasıl oluyor da nükleer enerjiyle göz boyamaya kalkıyor? Olur da nükleer enerji Avrupa Taksonomisi içinde listelenirse, AB fonlarının güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yatırımları azaltacağını, nükleere yönleneceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Fransa nasıl bir savunma yapıyor dersiniz? Her zamanki hikâye… “Enerjimizi ucuza getirmek istiyorsak, yabancı ülkelere bel bağlamak istemiyorsak topraklarımızda bu şekilde karbonsuz enerji üretimine yatırım yapmalıyız” diyor.
AB Taksonomisi
Çevresel yönden sürdürülebilir bulunan ekonomik faaliyetler Avrupa Komisyonu tarafından listelenecek demiştik. Bu listenin yatırımcılar için güvenli bir alan oluşturacağını söylüyor Komisyon. “Özel yatırımcıları yeşille aklamadan koruyacak, şirketlerin daha çevre dostu hale gelmelerini sağlayacak, piyasa bölünmelerini azaltacak, yatırımcıların en çok ihtiyaç duyulan alanlara kaymasını sağlayacak vs.” bir taksonomi…
Eğer Brüksel yasal metin içinde nükleer gücü “sürdürülebilir” olarak sınıflandırırsa, bu durum, finans piyasalarını nükleer tesislere yatırım yapmaya teşvik etmek anlamına gelecek doğal olarak. Ne acıdır ki Avrupa Komisyonu’nun bilimsel organı JRC, 2020 Nisan’ında bir rapor yayınlayarak nükleer santralleri güvenli ve düşük karbonlu bir enerji kaynağı olarak tanımlamıştı.
Çevreciler Nükleere Neden Karşı Çıkıyor?
Japonya Fukushima nükleer felaketinden sonra nükleer gücün zararlarıyla ilgili küresel tartışmalar sıcaklığını koruyor aslında. Özellikle nükleer erime riski (aşırı ısınmadan kaynaklanan çekirdek erimesi ve nükleer reaktör kazası) ve nükleer atıkları uygun bir şekilde bertaraf etmenin bilimsel bir yönteminin bulunmayışı altı çizilen başlıca konular arasında.
Nükleer reaktörlerin karbonsuz enerji ürettiği ve ucuz olduğu söyleniyor ya, bu da doğru değil çevrecilere göre. Yeni bir nükleer tesis kurmak hiç de ucuza gelmiyor; inşa etmesi de yıllarca sürüyor. Nükleere yapılan yatırım aslında güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılması gereken yatırımın yerini aldığı için iklim uyumunu güçleştiriyor demek yanlış olmaz.
Mevcut tesislerde üretilen elektrik enerjisi maliyetinin aslında bugünkü teknolojiyle üretilen yenilenebilir enerji maliyetlerinden daha pahalıya geldiği de Dünya Nükleer Enerji Raporu’nda (2020) ayrıca belirtiliyor.
Nükleer endüstrinin sürdürülmesi sadece bir enerji olayı değil elbette. Bazı ülkelerin bu teknolojiyi askeri stratejiler açısından da koruyup kolladığı sır değil. Fransa bu ülkelerden biri… Çin gibi ülkeler için farklı jeopolitik çıkarlar da söz konusu. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (yeni İpek Yolu) içinde bazı ülkelere nükleer santral finansmanı sağlanıyor.
İşleyen bir tesisi kapatmak da kolay değil diğer taraftan. Yasal yükümlülükleri ve maliyetleri çok… Yıkım maliyeti ayrı bir konu… Bir nükleer reaktörü kapatmanın maliyeti 1 milyar Avro’yu bulabiliyor. Ayrıca tesisi kapatmak yıllarca sürebiliyor. Güvenli atık yönetiminin maliyeti hiç hesaplanamıyor; çünkü yüksek seviyeli radyoaktif atıklar için dünyada kalıcı bir bertaraf tesisi henüz yapılabilmiş değil. Dolayısıyla Fransa gibi hâlihazırda tesisi olan ülkelerde gelir getiren nükleer tesisleri kapatmak yerine onları “yeşil” sınıfa sokarak tanımı değiştirmek hem daha kolay hem de bu ülkelerin kısa vadedeki ekonomik çıkarlarına daha uygun.
Evet, en kritik konuların başında radyoaktif atık yönetiminin çözümsüzlüğü geliyor. Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerde radyoaktif atıkları bakır muhafazalarda depolamak, 1980’lerin başından beri benimsenen bir uygulama. Ancak yapılan son bilimsel araştırmalarda bakır muhafazaların aşınmaya karşı düşünüldüğünden daha hassas olduğu anlaşıldı. Bu nedenle radyoaktif atıklar için güvenli bir kalıcı depolama tesisinden söz etmek bugünün teknolojisinde halâ mümkün değil. Bir de geçici bile olsa hiç radyoaktif depolama tesisi olmayan tesisler var; bazı kasabaları atık alanı haline getirip toprağın altına gömerek yönetmeye çalışanlar… Onlara ne demeli onu da bilemiyorum. Japonya ve Kore gibi ülkeler buna örnek. Çin’de nükleer atığı tekrar işleyebilir miyiz acaba tartışmaları sürüp gidiyor. Ancak bu da çok uzak bir olasılık…
Diyeceğim o ki…
Avrupa’nın yaptığına teessüf ederim. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış ama ben yine de teessüf ederim.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Yeşil Mutabakat deyip, ince ince planlayıp, sonra da nükleeri yeşil bir enerji olarak nasıl paketleyebilir bu düşünce modeli? Gezegenin sınırlarına nasıl ihanet eder? Hani döngüsel ekonomi? Hani atık çıkarmamak? Hani yaşam döngüsü anlayışıyla tasarım yapmak? Nükleer hangisine giriyor tüm bunların?
Bir söz var ya hani, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek. Yani kömürden çıkabilmek için nükleere evet demek. Bu durum öyle bile değil. Bir ölüm yerine başka bir ölümü göstermek bana göre.