Çevrenin taşıma kapasitesi dendiğinde o çevrede yaşayabilecek biyolojik türün maksimum nüfusu kastedilir. O bölgedeki yaşam alanı, barınak, gıda, su ve diğer kaynakların müsaade ettiği kadar yaşam olabilir o çevrede. Fazlası olamaz. Temel ihtiyaçları karşılayacak kaynaklar oradaki nüfus için yeterli değilse, nüfus azalacaktır. Ta ki kaynaklar mevcut nüfus için yeterli oluncaya kadar…
Çevrenin kaldırabileceği maksimum yüktür taşıma kapasitesi. Bir nüfus içindeki ölümlerin sayısı doğumların sayısına eşitlendiğinde bir nüfus dengesinden söz edilebilir. Taşıma kapasitesine uygun bir şekilde dengelenmiş bir nüfus, sürdürülebilir bir nüfusa işaret eder.
Küresel ölçekte baktığımız zaman, bilimsel bulgular, insanların Dünya’nın taşıma kapasitesinin çok üstünde bir yükle yaşadığını söylüyor. Dünya’nın ve ülkelerin sınır aşım günleri bu kavramdan doğuyor.
Gezegenin sınırları var. Bu sınırları aşıyor, alanların ve kaynakların taşıma kapasitesinin üstüne çıkıyor insan.
*
Her insanın bir taşıma kapasitesi var örneğin. Taşıma kapasitesinin üstünde gelen duygusal, fiziksel, biyolojik herhangi bir yük, çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Sağlıklı bir insandan söz edilemez ondan sonra.
Kentlerin de taşıma kapasitesi var. Toprağı, binası, gıdası, suyu, fotosentez yapan bitkileri, tozlaşan canlıları, ağacı, ekosistemleri, tüm kaynakları, belli sayıda canlıyı barındırabilir ancak. Fazlasını taşıyamaz kentler. “Fazlasını taşı!” dediğinizde sonuçları ağır olur. Yaşam azalmaya başlar. Ta ki dengeye gelinceye kadar…
Bize düşen nedir o halde? Taşıma kapasitesine uygun bir şekilde yerleşimler inşa etmek. Kentleri strese sokmamak… Kapasitelerinin üstüne çıkmamak… Aklımızı, bilgimizi, teknolojimizi kullanırken kentlerin taşıma kapasitesine saygı duymak… Bize düşen, doğayı dinlemek… Doğayla savaşa girmek değil, onu dinlemek…